Rusya'yı durduracak tek güç yine kendisi.
Putin'in Ukrayna'nın egemenliğini tanımadığını, Ukrayna'ya ait Donetsk ve Luhansk'ı ise egemen devletler olarak tanıdığını ilan etmesine rağmen dünyanın buna cevabı kınamaktan ibaret kaldı. Ne kurumsal olarak NATO ve AB, ne Batı blokunun güçlü ülkeleri ABD İngiltere ve Almanya Moskova'yı caydıracak tutum aldı.
Putin'in cesaret bulmasına sebep olan gerekçeler nedeniyle geçiştirdiler durumu. Macron'un deyişiyle NATO'nun beyin ölümünün gerçekleşmiş olması, Batının dağınıklığı, lidersizliği, Moskova vanayı kapadığı anda Avrupa'nın buz tutacağı gibi gerçeklerdi o gerekçeler.
Düşük voltaj kınamanın, tavsamış yaptırımların Rusya'yı durdurmayacağı açık.
Çünkü hedefi açık. SSCB'nin çekildiği alanlara fırsat buldukça, mümkün olduğunca yayılmak istiyor Rusya.
Ukrayna'ya girmekten vazgeçerse de, işgalin siyasi ekonomik maliyetini ödemek istemeyeceği, Rusya'nın ve Çin'in büyümesini kendi elleriyle sekteye uğratmaktan çekineceği için girmeyecek.
Yoksa Batı bloğu onu durdurduğu için değil.
Türkiye açısından da fotoğraf net.
Biri zayıflama eğiliminde, diğeri güçlenme peşinde iki süper güç yakın coğrafyamıza yerleşti. Güneyimizde ekonomik ve siyasi olarak çökmüş, fiilen parçalanmış, toplumları dağılmış, kan ve kaos içinde perişan ülkeler var. Rusya diktatör Esed'in, ABD terör örgütü PKK'nın hamisi. Kafkaslar hareketli, Ege'de ve Akdeniz'de yedi düvel, Karadeniz'de Rusya'nın gölgesi var.
Güç dengeleri ve siyasi haritalar değişirken dünyada, iki bin yıllık devlet aklı ve güçlü lideri sayesinde bu sancılı çalkantılı süreçlerden bilakis güçlenerek çıkıyor Türkiye.
20 yıldır gelmekte olana ilkeli ve gerçekçi bir tutumla hazırlandı Türkiye.
PKK'nın sınırların ötesine süpürülmesi, içeride teslim olmayan PKK'lıları temizlemesi. Meclise giren PKK uzantılarının Diyarbakır anneleri sayesinde insan içine çıkamaz hale gelmesi. Ajan örgütü FETÖ'nün devletin bağırsaklarından atılması...
Terörle mücadele ederken, ülkeyi vesayet odaklarından temizlerken, Türkiye'nin en ücra köşelerine hizmet götürürken yahut büyük bütçeli stratejik yatırımlar yapılırken hep aynı vizyon ve devlet aklı işliyor.
Bugün kendi silahını üretip ihraç eden, dünyadaki altı covid-19 aşısından birini üretmeyi başaran, yerli araba markasını asfaltla buluşturmak için gün sayan, enerjide dışa bağımlılığı en aza indirmek için yenilenebilir enerjiye büyük yatırımlar yapan, doğalgaz arama faaliyetlerinde sona yaklaşan bir Türkiye var artık.
Coğrafyadaki bunca çalkantının içinde, kendini hedef alan bunca saldırının ardından sapasağlam bir kale gibi duruyor. Çok şükür.
Buradaki stratejik akıl, siyasi irade, demokratik güç Erdoğan ve AK Parti'ye aittir. Ama elbette asıl güç 2002'den beri yapılan tüm seçimlerde onları yeniden seçen milletimizdedir.
Yoksa sonuç böyle olmazdı.
Bunun en taze örneği CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Reuters'a verdiği son röportaj mesela. Kılıçdaroğlu'nun söylemi bile ikisinin güvenlik ve egemenlik anlayışı arasındaki ölümcül uçurumu göstermeye yetiyor.
Erdoğan savaşın, terörün ve kaosun ortasında bırakılan Türkiye'nin hava sahasını füze saldırılarından korumak için Batılı müttefiklerinden parasıyla alamadığı hava koruma sistemini, Ruslardan aldığı s-400'lerle karşılarken Kılıçdaroğlu şöyle bir gündemin içindeyken bile gevşek gevşek S-400'leri iade etmekten bahsedebiliyor.
Bundan daha keskin bir fark olamaz.
Batının desteğini alabilmek için 84 milyonun can güvenliğini, Türkiye'nin bekasını tehlikeye atmaktan, ülkesinin elini zayıflatmaktan çekinmiyor CHP lideri. Gaflet dalalet yahut hıyanet içeri.
Allah saklasın Türkiye'yi.