İsrail, İran'ı savaş meydanına mı çekmek istiyor?

İsrail'in Gazze'ye kara harekatı konusunu, ABD ve İngiltere'nin uçak gemilerinin Akdeniz'e gelişi ile birlikte okuyorum.

Amerikan Genel Kurmay Başkanı, İsrail ordusu hakkında konuşurken neredeyse Amerikan ordusu kadar güçlü, profesyonel olduğundan bahsetti.

İsrail'in savunma sanayisi ise, neredeyse dünyada parmakla gösterilen noktaya gelmiş durumda...

Peki iş böyleyse; neden bu gemiler geldi ve neden İsrail "korunmasından" bahsediliyor?

Bazıları "caydırıcı" güç olarak gelindi diye yorumlar yapıyor.

İslam coğrafyasında kim ve hangi lider ABD'ye rağmen İsrail ile bir başa savaşı göze alabilir?

Arap coğrafyasının acil Gazze toplantısı bile, 18 Ekim öncesine alınmadı. Yani sözüm o ki, görüntü de gözüken şeyle hareket arasında ciddi bir fark var.

ABD ve İngiltere, tıpkı Ukrayna savaşı öncesi ve süreç boyunca kullandığı tüm söylem ve eylemleri kullanmaktadır.

Şimdi ABD önce, "Hamas saldırısında İran izi yok!" dedi.

İran tarafı ise, "İsrail, İran'a saldırmadığı sürece, İran, İsrail ile savaşmayacak..." diyor.

İsrail, Suriye'deki İran'ın kullanabileceği tüm stratejik noktaları, havaalanı dahil vuruyor...

Tüm bu olanlar, Gazze'ye kara harekatı ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Ve çok sesli yüksek tansiyon altında yapılıyor.

"Hizbullah devreye tam olarak girerse ne olur?" sorusunun cevabını göreceğiz.

Netanyahu kendisine verilmiş görevi, tıpkı Zelenski gibi ifa ediyor.

Hem içeride kendisine yönelik eleştiri sesleri bastırıldı, hem de ırkçı söylemlerine zemin oluşturuldu.

Netanyahu şöyle bir cümle sarf etti:

"Orta Doğu'da her şey değişecek..."

İşte gemilerin gelişi ile bu cümlenin içeriği arasında doğrudan bir bağlantı söz konusudur.

İsrail bir uydu devleti olarak, üzerine vazife biçilmiş adımları atıyor ve maalesef coğrafyanın kan gölüne dönüşmesini sağlamakla hükümlü gözüküyor.

İran'ın hedefe konulduğu açıktır. İran bu süreci nasıl yönetecek, esas mesele odur.

Arap ülkelerinde yönetim değişiklikleri dahil, İsrail eliyle Orta Doğu'da bir dizayn olduğunu artık net görüyoruz.

Küresel sistem hukukun gücüne değil, gücün hukukuna hep güvendi ve şimdi de bu anlayışa dayanarak hareket ediyor.

Demokrasi, insan hakları gibi söylemler; artık çoktan küresel aktörlerin sadece silah gibi kullandığı enstrüman olduğuna şahidiz!