Sevgisizlik...

Şiddet; vurup, kırma, parçalama, yok etme, öldürme eylemlerinden ibaret değil. Birbirimizi sevmeyerek, ilgilenmeyerek, duyarsızlıklarımızla, sorumsuzluklarımızla da doğabilir şiddet. Hatta ilkine göre soyut kaldığı için; sevgisizlik, duyarsızlık, ilgisizlik, sorumsuzluk kirli bir yosun tabakası gibi toplumu sinsice, yavaş yavaş kaplar, ele geçirir de bizler hiç bir şeyi fark edemeden kendimizi normalleşmiş şiddet karşısında yapayalnız bulabiliriz...

Pandemi koşullarının giderek ağırlaşan ekonomik basıncıyla ciddi bir sınavdan geçiyoruz. Ama devletin ve mahalli idarelerin sosyal politikalarını öylesine benimsedik ki, bu darlık günlerinde bireysel olarak neler yapabilirim sorusunu bile sormuyoruz. Halk Ekmekler önündeki kuyruklar arttıkça artıyor, evlerine ekmek götürenler 2 veya 3 tane götürmüyorlar artık, poşetinde 7-8 ekmek taşıyanlar görüyorum. İnsanlar katık bulmakta zorlandıkları zaman ekmeğe dayanırlar. Buna bir bakmak lazım... İşi kaymakama, belediye başkanına havale etmeden evvel, bireysel sorumluluğumuzu yüklenerek hiç olmazsa zihnimizi yorarak, kalbimize bir damla düşürerek nedenine niçinine bakmak...

Geçen ay, İstanbul'un ortasında Kadıköy'de Sami Babacan soğuktan donarak öldü mesela... Onu ölmeden evvel fark eden insanlar belediyeleri aramışlar, ama cevap alamayınca durmuşlar, onlar durunca Sami Babacan dışarıda soğuktan donmuş... Vali'yi, Kaymakam'ı, Dernekleri aramayı biliyoruz ama iş, bizim avuçlarımıza kaldığında o işi yele savurup, sırtımızı dönüyoruz... Tabii biraz güvensizliklerimiz, korkularımız da var, sokaktaki bir insanı eve alabilmek, buyur edebilmek kolay değil.

Devleti ve mahalli idareleri dayanışma konusunda somut olarak yanımızda görmediğimiz günlerde, daha çok sorumluluk alırdık oysa bizler... 1994'te kar yadığı vakitlerde İstanbul'daki mottomuz şöyleydi: 'Bacası tütmeyen evlerin kapısını çalıp, halini hatırını sorun, ihtiyaçlarını öğrenin...' Kim diyordu bunu; o zamanki Belediye Başkanımız Tayyip Erdoğan. Aradan geçen 27 yılda çok mesafeler katedildi. Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Türkiye çapında fevkalade büyük bir yaşam destek ağı kurdu mesela. Valilerimiz, halkın içinde geziyor. Vefa Grupları hızır gibi yetişiyor. Mahalli idarelerin sosyal dayanışma içerikli kurumsallaşmaları da bu süreçte hız kazandı. Ama tüm bunlar sonunda, kurumlar görev üstlendikçe, bizler kişisel olarak geriledik. Bir rehavet, bir nasıl olursa yardıma koşan vardır rahatlığı çökmüş durumda üzerimize...

Bunu en iyi kdınlar biliyor: Bakkala, markete gidip de file doldurmak bel büküyor... Neler yapabiliriz, bizler de zihin yoralım. Devlet yapması gerekenleri yapsın, sivil toplum dayanışma için seferber olsun, peki bizler neler yapabiliriz? Bazı önerilerimi sizinle paylaşmak istedim.

1- İsraf etmemek bunların başında geliyor. İsraf edeceğimiz yerde, ihtiyacı olanlarla paylaşmak mesela... Ülkemizde en çok israf edilen şey ekmek, oysa ekmeği yere düştüğünde öpüp de alnına koyan bir gelenekten geliyoruz biz, ekmeğe nankör olunmaz ki...

2- Akrabalık ilişkilerimizi yeniden canlandırmak... Hiç olmazsa, kimin evinde aş kaynayıp kaynamadığını, kimin borcu harcı olup olmadığını bilmek ve birbirine kol kanat germek. Allaha şükür toplumumuz zorluk anlarında kendiliğinden geliştirdiği kuşatıcılıkla, sevgiyle, merhametle sokulur birbirine... Bu güzel dayanışma adetini hep canlı tutmak gerek.

3- Bizde komşu aile gibidir... Komşuluk ilişkilerimiz de bu zorlu süreçte kuvvet kazanmalı, hepimiz apartmanımızdaki, sokağımızdaki komşularımızın hallerine kulak kabartmalıyız. Modern yaşam, güvenlik yalıtımlı site mimarisi, bizi her türlü insani ilişkiden alıp uzaklaştırıyor, buna bir de pandemi koşulları eklenince yalnızlığımız giderek katmerlendi... Birbirimizden haberdar olmak için kulaklarımızı daha çok işitmeye, gözlerimizi daha çok fark edebilemeye açmalıyız... Komşu hakkını unutmayalım...

4- Salgın ve sokağa çıkma yasakları süresince, ne ayakkabılarımızın ne de giysilerimizin eskimediğini fark ettik. Giyim kuşam işine ne kadar çok vakit, para ve ev içinde de yer ayırdığımızı fark ettik... Yiyip içtiklerimizi, giyip kuşandıklarımızı bir gözden geçirdiğimizde çoğumuzun haddi nasıl aştığımız gözler önüne serilecektir... Sade yaşam; hayatın içindeki ölçülere uygunluk ve insan olarak haddimizi bilme sanatıdır. Allah hayatın kıymetini bilecek bir izan versin hepimize.