Vecihi Hürkuş, 1924'te ilk Türk uçağını üretti. 1925'te bu uçakla ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Neticede ordudan ayrılmak durumunda kaldı. 1930'da ilk sivil Türk uçağını üretti ama ilgili makamlardan uçuş yetkisi alamadı. Türk yetkililerin vermediği uçuş belgesini Prag'dan alabildi (1931). İlk Türk havacılık okulunu kurdu ama yetkili kurumlar bu sefer de okula denklik vermedi ve okulu kapattı (1932).
Biz onu yine tayyaresiyle oturma odalarına talan bir "çılgın Türk" olarak hatırlayabilirdik, yeter ki önü kesilmeseydi.
Düşünsenize Cumhuriyetle yaşıt bir uçak sanayimiz olacaktı şimdi.
Nuri Demirağ, 1936'da kurduğu uçak fabrikasında önce tek sonra çift motorlu uçak üretiyor. Türk Hava Kuvvetleri Beşiktaş'taki fabrikaya 24 adet eğitim uçağı sipariş ediyor. Bunlar kısa sürede teslim ediliyor. Sonra ne mi oluyor?
1939'da THK, sipariş ettiği 65 adet uçak zamanında teslimat yapılmadığı gerekçesiyle sözleşmeyi feshetti. Yetmedi, uçakların yurtdışına satılmaması için bir de kanun çıkartıldı. Elde kalan uçaklar hurdacılara satıldı.
Nuri Demirağ'ın uçaklarını almayan Orgeneral Mehmet Zeki Doğan; "Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza sipariş verirsem yarın bu millet beni asar." dedi.
ABD bedelsiz verdiği savaş malzemelerinin parasını, bakımdı modernizasyondu diye misliyle çıkarttı. THK'nın uçaklarını almadığı, dışarıya satış yapması da engellenen Demirağ, fabrikayı kapatıyor.
Bitmedi, Nuri Killigil yani Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa, Türkiye'nin ilk özel savunma şirketini kurdu. İlk yerli ve milli tabancayı üretti. 1949'da fabrikasında büyük bir patlama oldu. Patlamada Nuri Killigil'le birlikte 27 kişi hayatını kaybetti. Peki neden? Killigil İsrail'in kurulmasına karşıydı ve Mısır, Filistin, Pakistan, Suriye gibi ülkelere silah ve mühimmat ihraç ediyordu.
Türkiye'nin ilk yerli otomobili Devrim, 1961'de 4 adet üretildi. Yeterli benzin konulmadığı için test sürüşünde yolda kaldı. Türk mühendis ve işçilerinin büyük gayret ile yapılan Devrim otomobili tabii ki seri üretime geçemedi.
Bu girişimler akamete uğratılmasaydı, şimdiye hava savuna sistemleri ve sivil uçak sanayimiz 100 yıllık olacaktı. 60 yıldır da otomobil üretiyor olacaktık.
Önceki gün toprağa verilen Özdemir Bayraktar, Vecihi Hürkuşlarla başlayan Türkiye idealinin neferlerinden biriydi ve ne şanslıydı ki, henüz istenilen hedefe ulaşılamamış olsa da Türkiye'nin savunma sanayi ürünleri ihraç eden bir ülke olduğunu gördü. Ve arkasında aynı idealle çalışan ve daha da önemlisi bu ideali yeni nesillere aktarabilen evlatlar bıraktı.
Haluk ve Selçuk Bayraktar kardeşler ve onlarla birlikte pek çok yürekli insan, bugün Türkiye'yi savunma alanında önemli bir noktaya getirdi.
Tabii ki bu 3-4 cesur kişinin yılmadan bu idealin peşinde koşmasıyla yeterli değildi. Bu yetseydi, Nuri Demirağlar, Nuri Paşalar bir noktaya kadar getirdikleri işleri bırakmak, fabrikalarını kapatmak durumunda kalmazlardı.
Bu babayiğitlerin arkasında güçlü bir siyasi irade olmasaydı 20-30 yıl sonra biz yine, kaçırılmış fırsatları konuşuyor olacaktık.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 6 Şubat 2018'de TBMM Grup Toplantısı'ndaki; "Ülkemizde tasarlanabilecek, üretilebilecek, geliştirilebilecek hiçbir ürünü, yazılımı, sistemi, acil durumlar haricinde kesinlikle dışarıdan hazır olarak almayacağız. Gerekirse daha çok zaman harcayacak, hatta gerekirse daha çok para harcayacak, ama mutlaka kendi tasarımlarımızı, ürünlerimizi, sistemlerimizi geliştireceğiz. Şartlarımızı kabul ederek bizimle birlikte çalışmak isteyen uluslararası savunma sanayii kuruluşları ile işbirliğine hazırız. Ancak bu asla hazır şekilde olmayacak." şeklindeki sözleri, dün başarılamayanın bugün nasıl olup da başarılabildiğinin en özet ifadesidir.
Ve şunu da söyleyelim, bu ideali taşıyanlar, bunun için çalışanlar ve nihayet başaranlar Türkiye'de belli bir siyasi geleneğin içinden çıkıp gelen isimler oldular. Özdemir Bayraktar'ın, on yıllar önce Necmettin Erbakan'a yaptığı sunumları gerçekleştirebilmesi için Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'nin başına geçmesi gerekiyormuş.
Bir şey daha, Türkiye özelikle son 5 yılda adeta atağa kalktı. Bunda kuşkusuz Savunma Sanayi Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığın altında bir müsteşarlık olmaktan çıkartılıp doğrudan Cumhurbaşkanlığı'na başlı bir kurum haline getirilmesinin payı çok büyük. Daha az bürokrasi, daha hızlı karar alma mekanizmaları, daha güçlü siyasi irade ve işlerin rasyonel, sistematik takibi...
Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir'in, yine aynı gelenekten gelen bir mühendis olarak, üstlendiği görevi bir idealin parçası olarak yürüttüğünü de söyleyebilirim.
Geç kalınmış bir Türkiye ideali!