‘İstiklâl Marşı' ve ideal ile realite arasındaki Âkif..

23 Nisan 1920 günü Ankara bir başka idi. Hacıbayram Câmiinden kılınan Cuma namazından sonra, onbinlerin Kur'an'lar okuyarak ve tekbîr sadâları arasında, göz yaşları içinde, bir Meclis açılıyordu. Bu Meclis, İstanbul'daki Meclis-i Meb'ûsân'dan gelen bazı meb'uslar ve Anadolu'dan gönderilen temsilcilerden oluşuyordu. Üyeler, Hılâfet makamının ve vatanın kurtulması için yemin ederek işbaşı yapıyordu. Bu Meclis'e gönderilecek olan temsilcilerin 'dinî salâbet / (güçlü inanç) sahibi olmaları' isteniyordu.

Bunu isteyen kim miydi?

Padişah Vahiduddîn tarafından, 9. Ordu bölgesindeki bütün askerî ve mülkî erkân üzerinde geniş salâhiyetlerle Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gönderilen Osmanlı paşası M. Kemal idi.

(Paşa, sonraki nesillere anlatıldığı gibi gizlice değil; İngiliz İşgal Komutanlığı'nın vizesiyle, emrinde 30 kadar subay, bir o kadar astsubay ve gemi personel olarak 86 kişi ve yeteri kadar attan oluşan bir gemiyle yola çıkmıştı.

Bu arada, bütün kamu personelinin maaş ve masraflarının, Saltanat rejimine son verildiği 1 Kasım 1922'ye kadar, Osmanlı Maliyesi'nce karşılandığını da hatırlayalım.)

O Meclis'de, emperial güçlere karşı verilecek bir mücadele için bir de resmî marş yazılması için yarışma açılmasına karar verilmişti. Birinci şiirin sahibine 500 lira verilecekti. Bu o zamana göre, büyük bir paraydı o meblağ..

Âkif bu şiir yarışmasına katılmadı. Çünkü, milletin öylesine çetin bir mücadele verdiği bir sırada büyük bir meblağ için şiir yazmak gibi bir duruma düşmek, onun gönlüne girân geliyordu.

Sonunda, Âkif'in kaygı ve hassasiyetine bir çözüm yolu bulunacağı, o paranın şehid ailelerine hizmet eden kuruluşlara verileceği bildirilerek, şiirini göndermesi sağlandı.

(O sırada, Âkif'in, Ankara soğuğunda bir paltosu bile yoktu.. Dışarı çıkacağı zaman, Neyzen Tevfik'in kardeşi ve aynı odayı paylaştığı dostu Şefik (Kolaylı)'nın paltosunu giyiyordu. Birgün Şefik, ona, 'Al o parayı da, kendine bir palto al ve diğer ihtiyaçlarını karşıla..' deyince, Âkif kırıldı ve o paltoyu bir daha istemedi.)

Ve, 12 Mart 1921 günü, beğenilen şiirler arasından Âkif'in şiiri, Meclis tarafından göz yaşları arasında, 3 kez okunarak 'resmî marş' olarak kabul edildi.

Evet, bugünler o kabulün 100. Yıldönümü günleri..

Meclis Başkanı Mustafa Şentop hoca'nın teklifiyle 2021 yılı İstiklâl Marşı yılı isimlendirildi.

Bu münasebetle programlar yapıldı, birçok kuruluşlarda ve Tv. kanallarında..

Buraya kadar, zâhiriyle normal..

Üstelik, bir ölüm-kalım savaşı veren Müslüman halkın inancını, kararlılığını, duygularını, ümidlerini, hedeflerini belirlemesi açısından, -resmî törenlerde düşünülmeden okunsa bile-, o marşın sözleri bugün için de geçerli..

Bilindiği üzere, bir şiirdeki en çarpıcı mısraya, 'mısra'y-ı berceste' denilir. Ama, İstiklâl Marşı'nda bir değil, birçok 'mısra'y-ı berceste' vardır.

Bunlardan, hele de, 'Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl..' mısraı, bir manifesto hükmündedir dünyaya, bütün emperial güçlere..

Diğer mısralara şöyle bir göz atalım; hangisi, bugün de rûhumuzun tellerine dokunmuyor?

'Doğacaktır sana va'dettigi günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın..

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.

Rûhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:

Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli.

Bu ezânlar ki, şahâdetleri dinin temeli,

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli..'

Evet, bu mısraların herbirisi de, birer 'mısra'y-ı berceste'dir.

Ancaaak, sözün burasında, bir noktaya da değinmek gerekiyor.

'Cılkını çıkarmak..' diye bir halk deyimi vardır. Bozulmuş yumurtanın o haline 'cılk' denilir. Sağlam yumurtayı bile çok fazla sallanırsa, 'cılkı çıkar'.

'Kadınlar Günü' ve daha başka günler icâd edildiğinde sergilenen saçmalıklar, İstiklâl Marşı'nın 100. kabul yıldönümünde de tekrarlandı. Birçok tv. kanalı, işin 'cılkını çıkardılar', âdetâ 'bir ulusal dinin âyini'ni andıran acaib programlar yayınladılar.

Ve Âkif de sadece şair ve 'millî şair' olarak anıldı. Halbuki, Âkif, şairden öteye, düşüncelerini şiir diliyle de dile getirmiş bir 'Müslüman mütefekkir'dir ve 'İttihad-ı İslâm/ İslâm Birliği' idealinin bir münâdisidir. Âkif bu yönüyle anlaşılmadan, İstiklâl Marşı, sadece bir resmî söyleme dönüşür.

Bu arada, Âkif, ne zaman anılsa, ister istemez, 2. Abdulhamîd'in, 'amansız muhalifi ve ona şiirlerinde ağır ifadeleri', ve ona, 'Yıldız'daki baykuş..' gibi saldırılarıyla da hatırlanmaktadır, buruklukla..

Elbette 2. Abdulhamîd hatasız-kusursuz değildi, ama, Abdulhamîd'i bertaraf etmek isteyenlerin başında emperial güçlerin olduğu ap-açıkken; mustagrib'lerin, / garb uşaklarının ve kavmiyetçi- etnik rüyalara yatanların karşısında yer alması beklenen Âkif'in de, Abdulhamîd'e karşı çıkmakta diğerleriyle kol-kola olması anlaşılır değildir.

Dahası, Âkif'in, İttihadçıların ve onların 1923'den sonraki uzantılarının 'Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu..' dedirttiren hıyanetleri karşısında tek satır veya mısra bile yazmamış olması da, bir ayrı buruk sancıdır.

Son 100 yılımız bir facialar kervanıdır, hele de inanç ve kültür dünyamız açısından.. Bu dönemi, bütünüyle anlamaya çalışmak gerekiyor.