Mesele Z kuşağını avlamak değil onlara nasıl bir Türkiye bırakacağımız olmalı

Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapımına 2017'de başlanan Taksim Camii'ni açtı. Pek çok bakımdan tarihi bir andı. "Yaptırmayız"cılar yüzünden bir hayale dönüşmüştü.

Yani "Hayaldi, gerçek oldu."

Kimler Taksim'e camii yapılmasını istemedi, neden istemedi? Bunlara geçmezden evvel şunu belirtelim. Taksim Camii meydana hakim bir mevkide, şehrin dokusuyla uyumlu, ne bir fazlası ne eksiği olan, sanki asırlardır orda duran bir tarihi eser gibi meydana geldi.

Taksim Meydanı'na çok yakıştı.

Emeği geçen herkesin eline sağlık. Yıllar geçtikçe değerlenecek bir eser ortaya koydular.

Taksim Camii her şeyden önce pratik bir ihtiyaca karşılık olarak yapıldı. On yıllardır hemen her iktidar, özellikle Cuma namazlarında cemaatin yaşadığı sıkıntılar sebebiyle Taksim'e camii yapılmasını gündemine aldı. Ancak siyaset üzerindeki vesayet, bir biçimde caminin yapımına engel oldu. "Türkiye'nin başka sorunu mu yok, camiden bol ne var" gibi argümanlarla Taksim'e cami yapılmasını gündemine alan her siyasetçiye bir süre sonra bu unutturuldu.

Bir kişi hariç.

27 yıl önce, İstanbul Belediye Başkanı seçildiğinde sözünü verdiği gibi, tam da eliyle işaret ettiği yere, Taksim Camii'nin yapılmasını sağladı.

Kabul edelim ondan başkası da yapamazdı bunu.

Yaptırmamak adına darbeler tezgahlandı. Ezan sesi duyulmasın diye Taksim "kurtarılmış bölge" sayıldı. Gezi kalkışmasında Taksim'in duvarlarına "Zulüm 1453'te başladı" yazıldı.

Ve nihayet bu hizmet de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a nasip oldu.

Neredeyse bir asırdır yeniden camii statüsüne kavuşacağı, minarelerinden ezan okunacağı günü bekleyen Ayasofya gibi...

Bunlar çok önemli hadiseler.

Kimisi "rövanş almak" şeklinde okuyor. Bu hatadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin mührü sayılacak hadiselerdir bunlar. Tam bağımsızlığının, meydan okumalara karşı kendi öz varlığıyla karşı gelebilmesinin nişanesi biricik hadiselerdir bunlar.

2011'den sonra kendini hissettiren, 2013'ten sonra ise köşeye sıkıştırma politikası şeklinde alenileşen süreç, Türkiye'nin kendi rotasını kendisinin çizmeye başlamasıyla paralellik gösteriyor.

Önce Batı merkezli bakış açısının etki ajanlığını yapan belli merkezler tarafından fonlanan liberal-sol eleştirmeye başladı AK Parti'yi. Tabii ki bu kesimler de kendi içinde bölündü. Yerli liberaller ile fonlanan liberaller ayrıştı.

Ardından FETÖ, var gücüyle operasyon çekmeye başladı hükümete. Suriye'deki iç savaş vasatını, ABD, Avrupa, İran ve Suud gibi ülkeleri arkalarına alarak kullanmaya çalışan PKK ve DEAŞ'ın saldırılarına maruz kaldık. Ülke kaosa sürüklenmeye çalışıldı.

15 Temmuz'daki kanlı darbe planına kadar her yolu denediler. Darbeye gerek kalmadan Türkiye'yi yola-dize getirmek için çok çaba sarf ettiler. Erdoğan'ın devre dışı bırakılması çok önemliydi.

Dışarıdan gelen her baskı ve sıkıştırma içeride muhalefet enstrümanına dönüştürüldü. En kolayı da ekonomiydi. "Vatandaş cebine bakar" düsturu ile, ülke ekonomik olarak zarar görsün diye başta CHP olmak üzere muhalefet ittifakı adeta dua eder hale geldi.

Şimdi de, Trump'ı deviren pandemi koşulları Erdoğan'ı da götürür belki hevesiyle, erken seçim çağrısı yapıp duruyorlar.

Peki Erdoğan ne yapıyor?

Her gün yeni bir eser açıyor. Her biri, 2013'te başlayan taarruzlara direnebilmiş olmamızın semeresi olan eserler bunlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "istemezük listesi"nde ilk sırada yer alan Kanal İstanbul'un temelinin de atılacağını haber verdi.

Bütün bunlar artık "vatandaş büyük proje görmek istemiyor, eser siyaseti iş yapmıyor" algısına rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "siyaset halka hizmet için yapılır" prensibinden milim şaşmaması sayesinde oldu.

Siyaseti, sıkıştırıldığı bu yalan ve algı cenderesinden yine hizmet ve eser siyaseti çıkartacak.

Her şeye rağmen, ne pahasına olursa olsun vazgeçmemek!

"Bugünü nasıl kurtarırım, Z kuşağını nasıl 'avlarım'la" değil, Türkiye'nin geleceğini nasıl inşa ederimle, Z kuşağı dediğimiz nesle güçlü ve müreffeh bir Türkiye bırakmanın gereğini yaparak...