Özgüven düşmanı sınavlar, hayata geç bırakan okullar

Cumartesi-Pazar Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı (YKS) vardı. Sınavlar, malumunuz eğitim sistemimizin ana unsurunu oluşturuyor. Ben kaldırılsın diyenlerden değilim, ama bu fikri dile getiren veli, öğrenci, öğretmen ve eğitimci-uzman pek çok kişi var. Sınavın objektif bir ölçme sağlamadığı gibi gençlerin hayatının geri kalanını belirleyecek bir yol ayrımına dönüşmesinin adil olmadığını ifade ediyorlar. Stresi, kaygısı, hastalığı vs. düşünülünce pek çok kişi için sınav başlı başına bir kabus. Okul başarısı yüksek öğrencilerin sınav başarısı gösterememesi de mümkün. Sınav kaygısı sadece çocuklarda değil ailelerinde 11. sınıfla birlikte başlıyor.

Sınav reçeteleri var!

İnsan üstü çalışabilmeyi gerektiren bir sınav maratonu söz konusu olduğu için kimi öğrenciler YKS başarısı için konsantrasyon artırıcı ilaçlar alıyor. Bu artık sıradanlaşmış diyebilirim. Heyecan ve stres dolayısıyla bir yıllık çalışmalarının heba olmasını istemeyenler, kaygı düzeyini düşürmek için bir iki hafta öncesinden sakinleştirici ilaç almak durumunda kalıyor.

Çocuklar perişan, aileler çaresiz!

Tüm bunlara rağmen, merkezi sınav sisteminden daha adil ve sağlıklı bir çözüm de yok gözüküyor. Halihazırdaki sınav sistemimiz, eğitim koşulları, derslik, öğretmene erişim, ekonomik durum gibi değişkenlere rağmen ülkenin en batısı ile en doğusu, en gelişmiş bölgesi ile en kırsalı arasında fırsat eşitliği oluşturacak yegane tutamak noktası.

FETÖ gibi kendine haşhaşi devşirmek için sınav sorularını çalanların olmadığı normal şartlarda, içinde bulunduğu koşullar ne kadar dezavantajlı olursa olsun bir öğrenci için YKS, hayatını değiştirmek adına elindeki en önemli imkan.

Pandemiye rağmen bunun bilinciyle tüm sene çalışarak sınava girmiş tüm gençleri tebrik ediyorum.

Fırsat eşitliği sağlıyor dediğimiz bu sınav gel gör ki bir taraftan da gençleri çok erken yaşlardan itibaren adeta bir yarış atı gibi aynı hedefe koşturuyor. Bu da yeni nesillerin kendi içinde barındırdığı farklılıkların mesleki çeşitliliğe dönüşmesine mani oluyor. Sanat ve spor alanlarında başarı gösterme istidadı ve hevesi olan öğrenciler için yarıştan kopma psikolojisi ikircikli bir durum ortaya çıkartıyor. Zaten aileler sınavların bu kadar merkezi olduğu bir sistemde sınav dışındaki hiçbir alanı başarı addetmediği için çocuklarını ilgi duydukları alanda desteklemiyor.

Dört yıllık fakülte okumanın kutsandığı, üniversite mezunu sayısının her geçen gün işsizlik sorunu potansiyeline dönüştüğü, "atanamayan fakülte mezunlarının" şimdiden kazanılmış hakları elinden alınmışçasına maliyet ürettiği gerçeğini de unutmayalım.

Sınavlara çalışırken hayatı ıskalayan ve sonra da hayata tutunamayan bir nesil bizi bekliyor olabilir.

Üniversite okumanın ille de devlette işe girmek anlamına gelmeyeceği; mümkünse üniversite okunmadan sahip olunabilen mesleklerin de itibar gördüğü bir anlayışı yerleştirmek durumundayız.

Mevcut düzen, çocukların aileleri ve toplum için üretken oldukları dönemi giderek öteliyor. Evlilik yaşını, meslek sahibi olma yaşını yukarı çekiyor.

Çocukluğun ve ergenliğin uzadığı, en verimli yılların kaygı ya da boşvermişlikle geçtiği ve gençlerin mütemadiyen sınıflandırıldığı tuhaf zamanlar yaşıyoruz.

Sınav sorularının zorluğu bahsine gelemedim bile...

"Soruları özellikle zor sordular ki kontenjanlar boş kalsın da Katarlı öğrenciler gelip okusun" diyen CHP'li Faik Öztrak'la aynı eğitim sisteminden çıkmış olmamamız, bahsi diğer. Ancak benim de soruların bu kadar zor olmasına bir itirazım var.

Bu bir sıralama sınavı olduğuna ve sınav süresi herkes için aynı olduğuna göre zorluk ya da kolaylık birilerinin haksız yere diğerlerinden daha başarılı olmasına yol açmaz. Sorular zor diye de kontenjan açığı oluşmaz. Ama sayısal sorularındaki bu zorluk giderek fen lisesi dışında kimsenin matematik-fizik yapamayacağı algısının oluşmasına neden oluyor.

Bu kadar da olmamalı bence.

Çünkü özgüven yerleştirmek eğitimin en önemli adımıdır.