Yazları “Tatil valizi”, kışları “Kayak Takımı” olan bir adamın sofra tuzu kadar kıymetinin olmadığı günlere şahit oluyoruz çok eğlenceli değil mi?
Otobüsten atılan öpücüğün dorsesi üst geçide takıldı.
Bu sefer kim kaybetti? Üzerinde tuzluk yazan kapları, şekerlik olarak kullananlar kaybetti.
Ellerindeki cam silecekleriyle ara sokaklardaki karı temizlemeye çalışanların çektiği “Ya Sabır” konvoyu bile yoğun kar yağışı sebebiyle bir gıdım bile ilerleyemedi.
Hangi ajansla çalışıyorsunuz bilmiyorum lakin feraset konusunda ajansınıza ders vermek için de başka bir ajansla çalışmanız gerektiğini umarım anlamışsınızdır.
En azından otobüs tepelerinden attığınız öpücükle , cenaze arabasının kara saplanmasını engelleyemediniz.
İstanbul’un geleceğinin mavi leğen gibi kayıp gidişine mani olacak bir öpücüğünüz yokmuş demek ki.
Şimdi diyeceksiniz ki bu, bizden önceki yönetimin sorunu. Projelerine konarken, açılışı yapılmış olanları kötü makyajla yeniden açarken sizden öncekileri anmıyorsunuz...
Tek tuzluk darbesiyle halledemediğiniz garabeti “Bizden öncekiler” diyerek anmanız “Hocam o yerleri çalışmadım” diyen öğrenciyle aynı bahane takımını kullanışınızın acziyetidir.
Ne diyeyim “Keşke İstanbul’u kar lastiği yönetseydi” başlığını Güneş görmemiş zihniyetinize armağan ediyorum.
Adam kaçırıldığını duydum ama Kardan Adamın kaçırıldığını ilk defa duyuyorum. Eşkal vermeye kalksan hepsinin burnu havuçlu nasıl olacak? Bir sesini duysam desen ağzı çoktan erimiştir.
Gerçekten hırsızın neyi amaçladığını bilmek, komiklikte hangi seviyede olduğumuzu gösterecek...
Üç çocuk, bir küçük battaniye içinde, çamurlu su üstünde uyumaya çalışıyor. O görüntüleri mutlaka görmüşsünüzdür.
Onlar masal dinlemez masal olurlar.
Uykuları ayrı, ama aynı rüyanın garibi üç kardeş.
Yağmurun bile kenarlarına düşeyim diye bulut değiştirdiği göğün merhamet ettiği üç mazlum üç yetim.
Erken ölelim çünkü cennette ekmek var diyen üç serçe.
Kendi vatanının yanağından böyle sessiz bir gözyaşı gibi süzülerek gitmek üzere dizilmiş üç kardeş.
Oradaki yetimler Kelime-i şehadetin içinde çağlarken,
Bizleri Kelime-i rehavet içinde susturan neydi?
Bilen var mı?